20 Temmuz kutlamaları Cumhurbaşkanı Tatar’ın konuşmasıyla başladı
20 Temmuz Barış ve Özgürlük Bayramı kutlamaları, Cumhurbaşkanı Ersin Tatar’ın Bayrak Radyo Televizyon Kurumu’ndaki (BRTK) konuşmasıyla başladı.
20 Temmuz Barış ve Özgürlük Bayramı kutlamaları, Cumhurbaşkanı Ersin Tatar’ın Bayrak Radyo Televizyon Kurumu’ndaki (BRTK) konuşmasıyla başladı.
Cumhurbaşkanı Tatar konuşmasında, 20 Temmuz 1974 Barış Harekatı’nın Kıbrıs Türk halkını, aydınlığa ve özgürlüğe, bağımsızlığa kavuşturduğunu vurguladı.
Kıbrıs Türk halkının, eşit kurucu ortağı olduğu Kıbrıs Cumhuriyeti’nden silah zoruyla dışlanırken, adanın yüzde 3’üne tekabül eden gettolarda kuşatma altına alındığını anımsatan Tatar, “Katliamlar, Türk askeri gelmeseydi, halkımızın tümüyle soykırımdan geçirileceğinin de göstergesidir” dedi.
– “Barış Harekâtı Kıbrıs Türk halkını aydınlığa ve özgürlüğe, bağımsızlığa kavuşturdu”
Konuşmasına “Kahraman Kıbrıs Türk halkı, sevgili kardeşlerim, Kıbrıs Türk halkını aydınlığa ve özgürlüğe, bağımsızlığa kavuşturan 20 Temmuz 1974 Barış Harekatı’nın 48. Yıldönümünü bu yıl yine büyük bir coşku ve heyecanla kutluyoruz” diyerek başlayan Cumhurbaşkanı Tatar, “Bu kutlu yıldönümünde, özgürlük ve bağımsızlık mücadelesi liderimiz Dr. Fazıl Küçük ile Kurucu Cumhurbaşkanımız Rauf Raif Denktaş’ı, dönemin Türkiye Başbakanı Bülent Ecevit ile Başbakan Yardımcısı Necmettin Erbakan’ı rahmet ve minnetle anıyorum” dedi.
Tatar, “Bugün egemen, özgür ve korkusuz olarak kendi vatanımızda, kendi devletimizin çatısı altında yaşıyorsak bunu halkımızın büyük fedakârlığına, direnişine, aziz şehitlerimize, Mücahit ile Mehmetçiklerimize ve Anavatan Türkiye’ye borçluyuz. Aziz şehitlerimizi rahmet ve minnetle anarken, gazilerimizi de saygıyla selamlıyorum” şeklinde devam etti.
Bugünün, bir asırlık mücadelenin 20 Temmuz Barış Harekâtı ile taçlandığı gün olduğunu, bugün, halkın özgürlüğe, güvenliğe, tüm Kıbrıs’ın da barış ve huzuru kavuşmasının 48’nci yıldönümü olduğunu ifade eden Cumhurbaşkanı Tatar, sözlerini şöyle sürdürdü:
“Rum-Yunan ikilisinin Kıbrıs’ı bir Elen adası yapma girişimleri, Ada’nın 1878 yılında İngiltere’ye kiralanması ve İngiltere’nin 1914 yılında tek yanlı bir kararla Kıbrıs’ı ilhak etmesinden sonra yoğunlaşırken, halkımızın buna karşı direnişi de başlamıştı.
Tüm baskılara ve saldırılara rağmen Kıbrıs’ın bir Elen adası olmasını ölümü pahasına önleyerek halkımız evlatlarını toprağa verdi, her türlü fedakârlığa ve en büyük acılara katlandı. Bunları unutmak asla mümkün değildir.
1955 yılında devreye konulan EOKA terör örgütünün hedefi, Türk halkını yok edip Kıbrıs’ı bir Elen adası yapmaktı. Halkımız, kendi bağrından doğan Türk Mukavemet Teşkilatı öncülüğünde buna karşı direniş destanı sonucunda 1960 yılında kurulan Kıbrıs Cumhuriyeti’nin eşit kurucu ortağı olmayı başarmıştır.
Ne var ki Kıbrıs Cumhuriyeti’ni ‘Enosise bir sıçrama tahtası’ olarak gören Rum liderliği tarafından, gizli örgütlenme ve silahlanma faaliyetleri ile adadaki Türk halkını imha planı olan Akritas Planı da devreye sokuluyordu.
Kıbrıs Cumhuriyeti’nin ilk yıllarından itibaren, Anayasada Kıbrıs Türk halkına tanınan bütün haklar ayaklar altında çiğnenirken, 1963 yılının 21 Aralık günü de tarihimizde Kanlı Noel olarak yer alan Rum saldırıları başlıyordu. Bu saldırılarda halkımız katliam çukurlarına gömülürken, çocuklarımız banyo odalarında katledildi, yakılıp yıkılan 103 köyümüz göç etmek zorunda kaldı. Camilerimiz ve kutsal mekânlarımız yerle bir edildi”
– “Halkımız 11 yıl boyunca en zor ve en ağır koşullar altında göçmen çadırlarında yaşadı”
Kıbrıs Türk halkının eşit kurucu ortağı olduğu Kıbrıs Cumhuriyeti’nden silah zoruyla dışlanırken, adanın yüzde 3’üne tekabül eden gettolarda kuşatma altına alındığını anımsatan Tatar, şöyle devam etti:
“Halkımız 11 yıl boyunca en zor ve en ağır koşullar altında göçmen çadırlarında yaşadı, utanç barikatlarında işkencelere tabi tutuldu, açlığa ve yoksulluğa itildi, ama tüm bunlara rağmen Anavatan Türkiye’nin büyük desteğiyle yine direndi, boyun eğmedi, esir olmadı, Türklüğün onur ve şerefini ayaklar altında çiğnetmedi. Can ve kan pahasına bayraklarımız gönderden inmedi, ezan sesi susmadı.
Yunanistan’daki askeri cunta yönetimi ile EOKA milisleri, 15 Temmuz 1974 tarihinde gerçekleştirdikleri faşist darbe ile ‘Kıbrıs Elen Cumhuriyeti’ni’ ilan ederken, ana hedef yine halkımızı yok edip, Kıbrıs’ı Yunanistan’a ilhak etmekti”
– “Katliamlar, Türk askeri gelmeseydi, halkımızın tümüyle soykırımdan geçirileceğinin de göstergesidir”
Bu büyük tehlikeye karşı, Anavatan Türkiye’nin uluslararası antlaşmalardan kaynaklanan garantörlük hakkını kullanarak 20 Temmuz 1974 sabahı Barış Harekatı’nı başlattığını dile getiren Tatar, şöyle devam etti:
“20 Temmuz sabahı Girne sahillerinde özgürlük güneşi doğarken, Türk askeri Kıbrıs’a ayak basıyordu. Bu arada Türk askerinin ulaşamadığı bölgelerde halkımız Rum askerleri ve EOKA’cılar tarafından katliamdan geçiriliyordu. Taşkent, Altılar, Muratağa ve Sandallar katliamları ile Limasol, Baf, Larnaka ve diğer bölgelerde yaşananlar Rum barbarlığı ve vahşetinin en büyük kanıtıdır. Bu katliamlar, Türk askeri gelmeseydi, halkımızın tümüyle soykırımdan geçirileceğinin de göstergesidir. Düşmanlık gütmüyoruz ama yaşananları da unutmamız mümkün değildir. Barış Harekâtı, büyük bir başarıyla tamamlanırken, halkımızın güven ve huzur içerisinde egemen ve özgür olarak yaşayacağı vatanın da sınırları çizilmiş oluyordu.
Rum-Yunan ikilisi ile bazı çevreler 20 Temmuz Barış Harekatı’nı doğuran süreci unutturmaya çalışırken, Kıbrıs sorununun 1974 yılında başladığını iddia ediyor. Bu asla kabul edilemez.
Bu gerçek dışı iddia Kıbrıs’ta yaşananları ve tarihi gerçekleri gizleyemez. Kıbrıs sorununun sorumlusu 1821 yılından bu yana Enosis hayali peşinde koşan ve Kıbrıs’ı kan gölüne çeviren Rum-Yunan ikilisidir.
İşte bu noktada bir kez daha yaşananlara ve tarihi gerçeklere bakmakta büyük yarar vardır. 20 Temmuz Barış Harekâtı gerçekleşmemiş olsaydı, Kıbrıs’ta ikinci bir Girit faciası yaşanacak, Kıbrıs’ta bir tek Türk bile sağ kalmayacak, Kıbrıs tıpkı Girit gibi Elen adasına dönüşmüş olacaktı.
20 Temmuz Barış Harekâtı gerçekleşmemiş olsaydı, 15 Temmuz faşist darbesine karşı çıkan bütün Rumlar darbeciler tarafından katliamdan geçirilecek, Yunanistan’daki Cunta Yönetimi yıkılmayacak, Yunanistan demokrasiye kavuşmayacaktı”
-“20 Temmuz Barış Harekatı’nın en büyük kazanımlarından biri de Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’ne kavuşmuş olmamızdır”
“20 Temmuz Barış Harekatı’nın en büyük kazanımlardan biri de Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’ne kavuşmuş olmamızdır” diyen Cumhurbaşkanı Tatar şunları ifade etti:
“Ayrı bir vatana ve ayrı bir devlete kavuşmamız da kolay olmamıştır. Halkımız eşit kurucu ortağı olduğu Kıbrıs Cumhuriyeti’nden silah zoruyla dışlanırken, bütün yönetsel işlevlerden de yoksun bırakılarak, azınlık bir duruma getirilmek istenmişti. Ama ne var ki tüm olumsuz koşullara rağmen halkımız direnişe devam ederken, kendi kendini yönetmek için 1964 yılının Ocak ayında Genel Komiteyi oluşturup, ayrı bir devlete doğru atılan ilk adımımız olmuştur. 1967 yılında ise Geçici Kıbrıs Türk Yönetimi, daha sonra da Kıbrıs Türk Yönetimi oluşturulmuştu. Yönetsel alanda ve devlet olma yolunda aşama aşama daha ileri gidilmiştir.
Barış Harekâtı sonrasında Otonom Kıbrıs Türk Yönetimi, 1975’te ise Kıbrıs Türk Federe Devleti kuruldu. 15 Kasım 1983’te Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti ilan edilerek, bir asırlık özgürlük mücadelemiz taçlandırıldı. Bağımsız ve egemen bir devlete ulaştık. Tüm bunları da halkımızın destansı direnişine, Anavatan Türkiye ile Barış Harekâtı’na borçluyuz.
Bugün, devletimizde özgürlük ve güvenlik içerisinde yaşarken, Anavatan Türkiye’yle her alanda sarsılmaz bir dayanışma ve birliktelik içerisinde geleceğe umutla bakmaya devam ediyoruz”
-“Pandemiye karşı Anavatan Türkiye’nin de desteğiyle büyük bir mücadele veriyoruz”
İki yıldan uzun süredir, tüm dünya ile birlikte KKTC’yi de tehdit eden, hayatı durma noktasına getiren pandemiye karşı Türkiye’nin de desteğiyle büyük bir mücadele verildiğini kaydeden Tatar, şöyle devam etti:
“Birçok ülkeden daha hızlı şekilde normal yaşantımıza geri dönmeye çalışıyoruz. Başbakanlık dönemimden itibaren Covid-19 pandemisini yakından takip ederek, gereken önlemlerin alınması, sağlık alt yapısın güçlendirilmesi ve anavatan Türkiye’nin yardımlarıyla ülkemize acil durum hastanesi kazandırılması yönünde girişimlerde bulundum. Cumhurbaşkanı seçildikten sonra da pandemi sürecini yakından takip ettim. Yapılan girişimler sonucunda ülkemize bugüne kadar anavatan Türkiye’den toplamda 720 bin 320 doz, AB’den de toplamda 257 bin 928 doz aşı gelmesi sağlanmıştır.
Birçok ülkede olduğu gibi ülkemizde de Covid-19’a yönelik tedbirlerin kaldırılmış olduğu bu dönemde başarılı sürecin devamlılığını sağlamak adına özellikle kapalı ortamlarda kişisel hijyen ve maske dahil koruyucu önlemlerin hayatımızın bir parçası olarak devam etmesinin önemini yeniden belirtmek isterim.
Covid-19 vakalarının bugünlerde artmış olması uzmanların da belirttiği gibi farklı virüs varyantlarından kaynaklanmakta olup, bizlere normalleşmiş yaşam içerisinde de kişisel tedbirlerin ne kadar önemli olduğunu da göstermektedir.
Salgın sürecinde büyük bir fedakârlık gösteren doktorlarımız ile tüm sağlık çalışanlarına ve aşı ile tıbbi malzeme konusunda büyük yardımlarda bulunan Anavatan Türkiye’ye şahsım ve halkım adına bir kez daha teşekkür ederim.
Tüm dünyayı etkisine alan ve halen devam etmekte olan pandemi süreci, Ukrayna-Rusya savaşı ve diğer olumsuz nedenlerle pek çok ülkede olduğu gibi ülkemizde de ekonomik ve sosyal sorunlar ve sıkıntılar yaşanıyor. Yaşadığımız bu sorunları aşabilmek ve istikrara kavuşabilmemiz için dayanışma ruhuyla, kendimize güvenerek daha çok çalışıp üretmeli, devletimize her zamankinden daha çok sahip çıkmalıyız…
Unutulmamalıdır ki; Devleti ve egemenliği olmayan halklar, özgürlüğünü ve bağımsızlığını kaybedip, diğer halkların kölesi olur. Tarih, bunun örnekleriyle doludur.
Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti, turizmde, yüksek öğrenim sektöründe, bilişimde, hafif sanayide, inşaat ve emlak sektöründe, endüstriyel tarım ve hayvancılıkta ileri gitmek için çok uygun koşullara sahiptir. Ekonomiyi ayağa kaldırmak ve güçlendirmek için tüm sektörlerde başarıyı yakalayacağımıza olan inancım da tamdır”
-“Kıbrıs Türk tarafı Anavatan Türkiye ile birlikte 1968 yılından başlayarak bütün müzakere süreçlerinde yapıcı bir tutum izledi”
“Kıbrıs Türk tarafı Anavatan Türkiye ile birlikte 1968 yılından başlayarak bütün müzakere süreçlerinde yapıcı bir tutum izlerken, Rum-Yunan ikilisi her zaman halkımıza kabul edilemeyecek azınlık hakları dayatmaya çalışmış, uzlaşmazlığını sürdürmüş ve halen sürdürmeye de devam etmektedir” diyen Tatar konuşmasına şöyle devam etti:
“Rum-Yunan ikilisi, federal temele dayalı çözüm müzakerelerinde, Kıbrıs Türk halkının müktesep egemen eşitliğini inkâr ederek azınlık yapmaya çalışırken, bir diğer hedefi de ‘sıfır asker- sıfır garanti’ dayatmasıyla devletimizi, egemenliğimizi yok etmek, halkımızı azınlık durumuna düşürmek, Anavatan Türkiye’nin garantörlüğünü kaldırmak, Türk askerini Kıbrıs’tan uzaklaştırmak ve bizleri savunmasız bırakmak olmuştur. Elbette ki çözümden ve bölgesel istikrardan yanayız ama bunları kabul etmemiz asla mümkün değildir.
Rum liderliğinin yapmış olduğu ‘azınlık olan Kıbrıs Türkleri devlet yönetiminde eşit şekilde yer alamaz, azınlıkların egemenlik hakkı yoktur’ şeklindeki açıklamaları ile bugün Ukrayna’da yaşananlara baktığımızda Anavatan Türkiye’nin garantörlüğü ile Kıbrıs’ta Türk askeri varlığının ne kadar önemli olduğunu bir kez daha görüyoruz.
Kıbrıs sorununun hala daha devam etmesinin ana nedenlerinden biri de BM Güvenlik Konseyi’nin 4 Mart 1964 tarihinde aldığı 186 sayılı haksız ve siyasi kararla bir Rum devletine dönüşen ortaklık Kıbrıs Cumhuriyeti’ni “Kıbrıs’ın tek meşru hükümeti” olarak benimsemesidir.
Rum tarafı bu haksız ve siyasi karardan güç alırken, uzlaşmazlığını sürdürmekte, zamana oynamaktadır. Bu karar çözümün önündeki en büyük engeli teşkil ederken, bu kararın iki taraf arasında yarattığı dengesizlik ortadan kalkmadıkça Rum tarafı hiçbir çözüme yanaşmayacaktır.
Çözümün önündeki bir diğer engel de Avrupa Birliği’nin tek yanlı tutumu ve tavrıdır. AB, Kıbrıs konusunda hukuka aykırı ve ayırımcı bir tutum sergilerken, Rum tarafı bundan güç ve cesaret alarak uzlaşmaz tutumunu sürdürmeye devam etmektedir. “
-Annan Planı referandumu süreci…
Annan Planı referandumu sürecinde yaşananları da hatırlatmakta yarar gördüğünü ifade eden Cumhurbaşkanı Tatar, şunları kaydetti:
“AB dahil olmak üzere birçok AB ülkesi ‘Kıbrıs Türk tarafı referandumda evet derse açıkta ve soğukta bırakılmayacak, Türk tarafına uygulanan ambargolar kaldırılacak, hayır diyen taraf ise cezalandırılacak’ sözünü vermişlerdi. Kıbrıs Türk tarafı referandumda ‘evet’ demesine rağmen verilen bu sözlerin bir teki bile yerine getirilmezken, ‘hayır’ diyen Rum tarafı ise haksız bir şekilde AB üyesi yapıldı. Rum tarafı AB üyeliğini tehdit ve şantaj unsuru olarak kullanarak dilediği çözüm şeklini kabul ettirebileceğini zannetmektedir. Ama, bu da asla mümkün değildir ve mümkün olmayacaktır. Bu arada, AB’nin verdiği sözlere rağmen Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti ve halkımıza yönelik olarak uygulanan insanlık dışı ambargolar da halen devam etmektedir. Tüm bunlar AB ilkeleri, değerleri ve adaletini sorgulamayı gerektirir”
-“ Tüm baskılara, izolasyon ve ambargolara rağmen Kıbrıs Türk halkının iradesini temsil eden KKTC bir gerçektir”
Tüm baskılara, izolasyon ve ambargolara rağmen Kıbrıs Türk halkının iradesini temsil eden Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’nin bir gerçek olduğunu söyleyen Tatar, konuşmasında şunları ifade etti:
“KKTC egemen, özgür ve tüm demokratik kurumlarıyla çağdaş bir devlettir. KKTC tanınsa da tanınmasa da vardır ve var olmaya da devam edecektir.
Anavatan Türkiye her zaman yanımızdadır. 1571’den beri vatan bildiğimiz bu topraklarda varlığımızı sürdürüyoruz. Bundan sonra da en büyük güvencemiz olan anavatan Türkiye’nin tam desteğiyle varlığımızı sürdürmeye devam edeceğiz. Hepimize düşen görev ise anavatan Türkiye’ye daha sıkı sarılmak, tarihten gelen kan, can ve gönül bağlarımızı daha da güçlendirmektir.
Türk Dünyası’na da seslenmek istiyorum… Gelinen noktada Türk Dünyası’nın Doğu Akdeniz’deki temsilcisi olarak KKTC ile her alanda beklenen iş birliğine yönelik adımların atılmasının zamanı gelmiştir.
Rum- Yunan ikilisi ile bazı çevrelerin bir diğer hedefi de anavatan Türkiye ile olan bağlarımızı kopartmak, halkımızı yalnızlaştırmak ve dayattıkları çözüm şeklini kabul ettirmektir. Bu hedefe yönelik çeşitli provokasyonlar ile algı operasyonları yürütülürken, bunların başarılı olması mümkün değildir. Kıbrıs Türk halkı anavatan Türkiye’ye yürekten bağlıdır. Kıbrıs Türk halkı ile anavatan Türkiye et ve tırnak gibidir.
Kan istediğimizde kan, can istediğimizde can, su istediğimizde su veren, her türlü yardım ve desteğini esirgemeyen anavatan Türkiye’dir. Mücahitlerimiz ile Anadolu’nun evlatları Mehmetçiklerimiz bu topraklarda kucak kucağa yatmaktadır. Tasada ve kıvançta her zaman biriz ve bundan sonra da bir olmaya devam edeceğiz.”
-“Kapalı Maraş açılımız devam edecek”
“Başbakanlığım döneminde, kapalı Maraş’la ilgili olarak 2020 yılında uluslararası hukuk ve insan hakları dikkate alınarak büyük bir açılım başlatılmıştı. Buna göre kapalı Maraş’ta kamuya ait bazı bölgeler ile deniz sahilinin bir bölümü halkın kullanımına açılmış oluyordu” diyen Tatar “20 Temmuz 1974 Barış Harekatı’nın 47’nci yıldönümünde de kapalı Maraş açılımının ikinci aşamasına geçildi. Bu çerçevede kapalı Maraş’ın yüzde üç buçuğuna tekabül eden bölge, askeri bölge statüsünden çıkarılarak, iade talebiyle başvuran hak sahiplerine Taşınmaz Mal Komisyonu’nun bu yönde karar vermesine olanak sağlanmıştır.
KKTC’nin bir parçası olan kapalı Maraş’ı açma kararımız, yıllardan beridir mallarına ve mülklerine gidemeyen eski sakinlerinin ve hak sahiplerinin mülklerinin iadesini mümkün kılacak son derece önemli bir açılımdır. Amacımız mağduriyetleri gidermektir” şeklinde devam etti.
Rum Yönetimi’nin tüm engellemelerine ve vatandaşlarına yönelik ağır baskılarına rağmen bugüne kadar 400’den fazla Rum Taşınmaz Mal Komisyonu’na başvururken, pandemi koşullarına rağmen 500 binden fazla kişinin kapalı Maraş’ı ziyaret ettiğini vurgulayan Tatar, “Tüm bunlar kapalı Maraş açılımının ne kadar doğru ve isabetli olduğunu gösterirken, kapalı Maraş açılımız devam edecektir” ifadelerini kullandı.
-“ Doğu Akdeniz, Kıbrıs Cumhuriyeti’ni silah zoruyla Rum devletine dönüştüren Rum tarafının malı değildir”
“Doğu Akdeniz, Kıbrıs Cumhuriyeti’ni silah zoruyla Rum devletine dönüştüren Rum tarafının malı değildir” diyen Tatar, konuşmasına şöyle devam etti:
“Rum tarafı Doğu Akdeniz’de kıyısı bile bulunmayan bazı ülkelerle iş birliği halinde doğalgaz arama ve sondaj faaliyetlerini sürdürürken, Doğu Akdeniz’de en büyük kıyı şeride sahip olan anavatan Türkiye ile KKTC’ni dışlamaya, denklem dışına itmeye ve doğal kaynaklara tek başına sahip çıkmaya çalışmaktadır. Rum tarafı adayı çevreleyen denizlerde hidrokarbon kaynaklarının eşit hak sahibi olarak iki tarafın katılımıyla oluşturulacak bir komite üzerinden birlikte keşif ve değerlendirilmesi tekliflerimize yanıt bile vermemiştir. Elbette ki Rum tarafının ‘hakimiyetçi oldu-bitti’lerine seyirci kalacak değiliz.
Bu haksız girişimlere karşı eşit hak sahibi olduğumuz doğal kaynaklara Anavatan Türkiye ile birlikte sahip çıkma kararlığı içerisindeyiz. Sürekli olarak vurguladığımız Mavi Vatan, anavatan Türkiye ile aramızdaki bağları perçinleyen, Doğu Akdeniz’deki ulusal çıkarlarımızın korunmasında, hak ve hukukumuzun müdafaasında çok önemli bir jeostratejik kazanımımızdır…
Rum tarafı şunu çok iyi bilmeli ve idrak etmelidir ki Anavatan Türkiye ile birlikte Kıbrıs’taki haklarımız gibi Doğu Akdeniz’deki haklarımızı da korumaya ve bunlara sahip çıkmaya kararlılıkla devam edeceğiz. Kimsenin hakkında gözümüz asla yoktur ama haklarımızın da ayaklar altında çiğnenmesine asla müsaade etmeyeceğiz.
Kıbrıs konusuyla ilgili olarak 1977 yılında başlayan ve belirli aralıklarla çok uzun yıllar devam eden federal temele dayalı çözüm şeklini içeren müzakere süreçleri Rum-Yunan ikilisinin olumsuz ve uzlaşmaz tutumuyla çökerken, yeni bir dönem başlamıştır. Özellikle Annan Planı referandumu ve 2017 yılında Crans Montana görüşmelerinde yaşananlar federal temele dayalı bir çözümün mümkün olmadığını bir kez daha gözler önüne sermiştir. Rum tarafı, her zaman olduğu gibi Crans Montana görüşmelerinde de müktesep eşitliğimizi ve egemenlik haklarımızı reddederken, ‘sıfır asker, sıfır garanti’ ve Rum hakimiyetinde üniter bir devlete evrilecek bir çözüm şeklini ısrarla talep etmişti. Bu dayatmayı da kabul etmemiz asla mümkün değildi.
Kıbrıs konusunda federal temele dayalı çözüme ulaşabilmek için yarım asra yakın süren müzakere süreçlerinde yaşananları, Rum-Yunan uzlaşmazlığını ve federal temele dayalı bir çözümün mümkün olmadığının net bir şekilde ortaya çıkmasını değerlendirdikten sonra, 2020 Cumhurbaşkanlığı seçimi öncesinde egemen iki ayrı devletin varlığına ve bunlar arasında kurumsal işbirliğine dayalı çözüm şeklini gündeme getirdim. Bu yeni vizyonu halkımla paylaştım. Halkım da beni Cumhurbaşkanı seçerek, bu yeni vizyona ve çözüm önerisine büyük destek verdi.
Bölgenin en büyük ve en güçlü ülkesi anavatan Türkiye tarafından da desteklenen bu çözüm önerimiz Kıbrıs’ın ve bölgenin yararına olan tek çözüm şekli olup, huzur ve istikrar bu şekilde sağlanabilecektir.
“BM, AB ve diğer ülkelerden beklentimiz Rum tarafını uyarmaları ve çözüme zorlamalarıdır”
BM Genel Sekreteri’nin davetiyle Cenevre’de gerçekleşen gayri resmi 5 artı BM toplantısında da bu çözüm önerimizi ilk kez BM’ne sunmuş oldum. Bu yeni bir dönemin başlangıcı olmuştur. Rum tarafı bu çözüm önerimize olumlu yanıt vereceği yerde, gerginliği tırmandırıcı tek yanlı faaliyetlere ve silahlanmaya devam etmiştir. İşte bu noktada başta BM ve AB olmak üzere diğer ülkelerden beklentimiz Rum tarafını uyarmaları ve çözüme zorlamalarıdır.
Kıbrıs Türk tarafı olarak Kıbrıs’ta müzakere yolu ile adil, kalıcı ve sürdürülebilir bir anlaşmadan yanayız. Bunun için mevcut iki tarafın egemen eşitliği ve eşit uluslararası statüsünün kabul edilmesi gerekmektedir.
Ama ne var ki, Rum tarafı Rum devletine dönüştürdükleri Kıbrıs Cumhuriyetine dayalı bir çözümde ısrar etmekte, ‘Türkiye’nin garantörlüğü kalkmadan, Türk askeri çekilmeden, Maraş iade edilmeden çözüm olmaz’ dayatmasını sürdürmektedir. Bilinmelidir ki bizler her ne pahasına olursa olsun müktesep egemen eşitlik haklarımıza dayalı çözüm önerimizden geri adım atacak veya vazgeçecek değiliz.
Rum tarafının uzlaşmaz tutumu nedeniyle müzakerelerin durduğu ve başarısızlıkla sonuçlandığı ortada iken, Rum Yönetimi her zaman yaptığı gibi tüketilmiş zeminin bir parçası olan Kıbrıs Cumhuriyeti’nin otoritesini Kuzeye yaymaya yönelik mevcut kabul edilemez statükonun devamına hizmet eden Güven Yaratıcı Önlemleri ısıtıp masaya getirmekle, Türk tarafını başarısızlığın sorumlusu olarak göstermeye çalışmakta, bizleri tuzağa düşüreceğini zannetmektedir. Bu oyun artık bitmiştir”
-İş birliği önerileri
“Bu arada dört iş birliği önerimizi 1 Temmuz 2022 tarihinde Rum Yönetimi Başkanı Nikos Anastasiadis’le paylaşmak üzere BM Genel Sekreteri Antonio Guterres’e ilettim. 8 Temmuz tarihinde de iki ek öneri daha sundum” diyen Cumhurbaşkanı Tatar, önerilerle ilgili şu değerlendirmelerde bulundu:
“Birinci öneri, bölgede gerginliğe neden olan ada etrafındaki hidrokarbon kaynaklarıyla ilgili kapsamı genişletilmiş iş birliği önerisidir.
İkinci önerimiz Türkiye üzerinden Avrupa Birliği (AB) elektrik sistemine enterkonnekte olmakla ilgilidir.
Üçüncü önerimiz, Kıbrıs’ın doğal kaynağı olan güneş enerjisinin, yapılacak yatırımlarla iş birliği içinde en etkin şekilde kullanılmasının önünü açılmasını ve böylelikle tüm dünyanın küresel ısınma bağlamında ortak hedefi olan yeşil enerjiye geçişi hedeflemektedir.
Dördüncü önerimiz, adanın tatlı su rezervlerinin ve asrın projesi olarak nitelendirilen KKTC su temin projesinin de dahil olabileceği, yaşamsal önemi yadsınamaz olan su konusunda iş birliğidir.
Bu dört önemli iş birliği önerilerimizin yanı sıra adamızın mayınlardan temizlenmesi ve düzensiz göçle mücadele konularında da önerilerde bulunduk”
Rum tarafından henüz bu iş birliği önerilerine dair bir yanıt alınmadığını belirten Tatar, konuşmasını şu sözlerle tamamladı:
“Bu kutlu günde tüm dünyaya bir kez daha sesleniyorum; Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti en az Kıbrıs Rum Devleti kadar egemen ve meşrudur. Bu temelde hayata geçirilecek egemen eşitliğe ve eşit uluslararası statüye dayalı çözüm şekli adamıza ve bölgemize iş birliği, refah ve istikrarı getirecektir.
20 Temmuz Barış ve Özgürlük Bayramımızı bir kez daha kutlarken, ayrılmaz bir parçası olmakla gurur duyduğumuz büyük Türk ulusuna, kıvançta ve tasada her zaman yanımızda olan Anavatan Türkiye ile kurtarıcımız şanlı Türk Silahlı Kuvvetleri’ne, halkımızın şükran duygularını sunar, aziz şehitlerimizi minnet ve şükranla anarken, gazilerimizi ve kahraman halkımızı saygıyla selamlıyorum”