600 milyar dolarlık rota! Kuzey koridorundan vazgeçiyorlar: Türkiye merkez olacak

Rusya-Ukrayna savaşının ekonomik etkilerini ve Türkiye için doğurabileceği sonuçları değerlendiren Dr. Altay Atlı, 'Savaş öncesi dönemde Çin'de Avrupa piyasalarına demir yolları üzerinden büyük ölçekli ve yüksek frekanslı taşımacılık Rusya üzerinden hız kazanmıştı ve Türkiye de yeni yeni Orta Koridor üzerinden buradan pay alma çabalarını artırıyordu. Mevcut durumda Rusya'nın artık tercih edilmemesi ve dolayısıyla Orta Koridor ile Türkiye geçişli hatlara talebin hızlı bir şekilde artması öngörülüyor.' değerlendirmesinde bulundu. Pekin'den Londra'ya uzanan bu hat yıllık 600 milyar doları aşkın ticaret trafiğinin kalbinde yer alıyor.

Rusya-Ukrayna savaşının ekonomik etkilerini ve Türkiye için doğurabileceği sonuçları değerlendiren Dr. Altay Atlı, ‘Savaş öncesi dönemde Çin’de Avrupa piyasalarına demir yolları üzerinden büyük ölçekli ve yüksek frekanslı taşımacılık Rusya üzerinden hız kazanmıştı ve Türkiye de yeni yeni Orta Koridor üzerinden buradan pay alma çabalarını artırıyordu. Mevcut durumda Rusya’nın artık tercih edilmemesi ve dolayısıyla Orta Koridor ile Türkiye geçişli hatlara talebin hızlı bir şekilde artması öngörülüyor.’ değerlendirmesinde bulundu. Pekin’den Londra’ya uzanan bu hat yıllık 600 milyar doları aşkın ticaret trafiğinin kalbinde yer alıyor.

Dr. Altay Atlı, Rusya-Ukrayna savaşının ekonomik etkilerini ve Türkiye için doğurabileceği sonuçları AA Analiz için kaleme aldı.

***
Ukrayna’da devam eden savaş, salgının halihazırda büyük ölçekte kırılganlıklar ve belirsizlikler yarattığı bir dönemde bölge ekonomilerini de küresel ekonomiyi de derin bir şekilde etkiliyor. Mevcut durumda öncelik bir an önce çatışmaların sona erdirilmesi ve insan kaybının önlenmesi. Ancak savaş bugün sona erse bile ekonomiler üzerinde yarattığı olumsuzluklar uzunca bir süre devam edecek. Bu şartlar altında tüm bölge ülkeleri gibi Türkiye’nin de kendisini salgının ve savaşın değiştirerek yeniden şekillendirdiği bir ekonomik coğrafyada en uygun şekilde konumlandırması gerekiyor.

– SAVAŞIN TÜRKİYE İÇİN EKONOMİK ETKİLERİ
Rusya-Ukrayna Savaşı’nın Türkiye’ye ekonomik etkilerini değerlendirirken konuyu kısa, orta ve uzun vadelerde ele almakta fayda var. Kısa vadede ülkemiz açısından savaşın en önemli etkisi şüphesiz ki ticaret akışları üzerinde yaşanmakta olan olumsuzluklar üzerinden şekilleniyor. Rusya da Ukrayna da Türkiye açısından önemli ticaret ortakları. 2021 yılında Rusya ile 5,8 milyar dolarlık ihracat, 29 milyar dolarlık ithalat; Ukrayna ile ise 2,9 milyar dolarlık ihracat, 4,5 milyar dolarlık ithalat hacmi gerçekleştirildi.

Her ne kadar bu iki ülke ile de ticaret açığımız olsa da ikisi de ihracatımız için büyük potansiyel taşıyan ülkeler. Ayrıca ticaretimizin yoğunlaştığı enerji, gıda ve tarım ürünleri gibi kalemler de bu ülkeleri, ekonomimiz açısından stratejik açıdan önemli konuma getiriyor. Savaşın Türkiye ekonomisi açısından kısa vadede doğrudan etkisi bu ticaret akışlarına sekte vurması, ihracatta nispeten bir pazar kaybı durumu oluşurken, ithalatta da maliyetlerin yükselmesi şeklinde gerçekleşiyor. Savaşın dolaylı etkisi ise küresel piyasalarda doğal gaz, petrol gibi temel girdilerde hızla artan fiyatlar nedeniyle Türkiye’de de bu maliyetlerin gerek tüketiciye gerekse üreticiye yansıması şeklinde ortaya çıkıyor.

– TİCARETİ ÇEŞİTLENDİRMENİN ÖNEMİ

Orta ve uzun vadede ise bölgesel ekonomik coğrafyada oluşacak bir yapısal dönüşüm çerçevesinde düşünmek gerekiyor. Kısa vadede ihracat ve ithalatta kesintiler yaşanır, maliyetler ve fiyatlar artarken, orta ve uzun vadede ise bu akışların daha dayanıklı ve sürdürülebilir bir şekilde devam ettirilmesi için gereken değişim ihtiyacı ön plana çıkıyor.

Bu noktada ise Türkiye açısından iki temel konu var: Birincisi gerek ihracat yapılan pazarların gerekse ithalat yapılan tedarik kaynaklarının çeşitlendirilmesi; tabir yerindeyse tüm yumurtaların aynı sepete konulmaması. Enerji ithalatında ise Rusya’ya aşırı bağımlılık Türkiye açısından kırılganlık yaratıyorsa, bu durumda öncelik, bir taraftan başka hangi ülkelerden ithalat yapılabileceğinin değerlendirilmesi gerekiyor.

Diğer taraftan ise -yenilenebilir enerji gibi- doğal gaza alternatif enerji kaynaklarının ülke içerisinde geliştirilmesine hız kazandırılarak sadece doğal gaz ithalatında tek bir ülkeye bağımlı kalmamak değil, tek bir enerji çeşidine de fazla bağımlı kalmamanın sağlanması gerekiyor. Enerji net bir örnek olmakla birlikte benzer bir durum Rusya ve Ukrayna ile ticaretimizde ağırlıklı olan tüm kalemler için düşünülebilir ve düşünülmelidir.

– TÜRKİYE GEÇİŞLİ HATLARA TALEP ARTABİLİR

Ticaret akışlarında savaş nedeniyle yaşanan aksamalara karşılık, orta ve uzun vadede daha sürdürülebilir bir yapı tahayyül edilirken ön plana çıkan ikinci konu da lojistik ile taşımacılık altyapısı ve bölgesel düzlemde bu altyapı değişirken Türkiye’nin nasıl bir konumda yer aldığı ve alabileceğidir.

Savaş öncesine kadar Türkiye, Asya ile Avrupa arasında taşımacılık hatlarında bir transit noktası işlevini görüyor ve bu işlevin Çin’in Kuşak ve Yol Girişimi ya da Avrupa Birliğinin (AB) bağlattığı Küresel Geçit gibi sınır ötesi bağlantıları güçlendirmeye yönelik girişimler üzerinden nasıl daha ileri seviyelere taşınabileceğini tartışıyordu. Yanı başımızdaki savaşla birlikte bu alanda yeni bir durum oluştu. Bunun bir boyutu Asya ile Avrupa arasındaki taşımacılıkla ilgili. Özellikle Çin’de Avrupa piyasalarına demir yolları üzerinden büyük ölçekli ve yüksek frekanslı taşımacılık Rusya üzerinden hız kazanmıştı ve Türkiye de yeni yeni Orta Koridor üzerinden buradan pay alma çabalarını artırıyordu. Mevcut durumda Rusya’nın artık tercih edilmemesi ve dolayısıyla Orta Koridor ile Türkiye geçişli hatlara talebin hızlı bir şekilde artması öngörülüyor.

– TRANSİT ÜLKE OLMANIN ARTISI VE EKSİSİ

Bu ilk bakışta ülkemiz açısından iyi bir gelişme olarak düşünülebilir. Ancak dikkatli olunması gereken noktalar var. Çin’den Avrupa’ya gidecek trenlerin artık Rusya’dan değil Türkiye’den transit geçmelerini ne kadar istiyoruz? Konu sadece sıklıkla dile getirildiği gibi Çin’den Avrupa’ya giden ürünlerin bizim için önemli olan bu pazarda ihracat ürünlerimize rakip olması değil. Türkiye’nin demir yolu altyapısı ilgili kurumların yeni projelerine ve devam etmekte olan kapasite artırımına rağmen hala istenen seviyede değil. Bu nedenle örneğin Çin’den gelen ve Avrupa’ya giden bir ihracat treni mevcut kapasiteyi kullanarak geçiş yaptığında, o kapasiteyi Türkiye’nin kendi üreticisi, örneğin herhangi bir şehirdeki üretim tesisinden en yakındaki limana malını taşımak isteyen bir ihracatçı kullanamıyor ve beklemek zorunda kalıyor. Transit konumumuzu güçlendirmemizin artısı da eksisi de var, iyice tartmak gerekiyor.

– TÜRK LİMANLARI ÖNEM KAZANABİLİR

Diğer bir konu da Karadeniz’deki deniz ticareti ile ilgili. Savaş nedeniyle oluşan durum Rusya’ya, Ukrayna’ya ve diğer kıyıdaş ülkelere yapılan ihracatımızı olumsuz yönde etkiliyor. Bu duruma karşın örneğin Dış Ekonomik İlişkiler Kurulu (DEİK) bünyesindeki Türk-Rus İş Konseyinin Novorossiysk-Samsun ile Novorossiysk-İstanbul arasında “güvenli hatlar” üzerinden Ro-Ro taşımacılığın başlatılmasına yönelik çalışmaları gibi girişimler kayda değer. Ancak istenen sonuç alınsa bile yaşanan sorunlara sadece kısmen çözüm getirilebiliyor. Orta ve uzun vadede ise Karadeniz’deki taşımacılığın yapısal olarak nasıl şekilleneceği üzerinde çalışmak gerekiyor.

Güvenlik sorunları ve diğer kısıtlamalar nedeniyle dünyanın farklı yerlerinden gelen konteyner gemilerinin Karadeniz’de seyredememeleri durumunda Türk limanları önem kazanacak. Bu gemiler Boğazlardan geçtikten sonra Karadeniz’e kıyıdaş beş ülkeye giderken, şu anda seferlerinin Türk limanlarında sona ermesi ve buradan diğer ülkelere “feeder”lar gibi küçük araçlarla taşınması söz konusu olabilecek. İstanbul limanları ve yakında hizmete girecek olan Zonguldak Filyos limanı gibi tesislerin orta ve uzun vadede konumlarını düşünürken bu yeni denklemleri mutlaka göz önünde bulundurmak gerekiyor.

– YAPTIRIMLARIN GETİRDİĞİ BELİRSİZLİKLER

Konunun en temel ve aslında en fazla belirsizlik taşıyan boyutu ise Rusya’ya getirilen yaptırımlar. Türkiye farklı sebeplerden dolayı Rusya’ya karşı yaptırım uygulamıyor ve bu durum aslında Türkiye ekonomisi açısından bardağın dolu tarafına bakılabilmesine de imkan tanıyor.

Yaptırımlar nedeniyle Rusya’dan çekilen çok uluslu şirketlerin Türkiye’ye gelmeleri ve Rus firmalarının Türkiye’de yatırımlarını artırmaları bu noktada sıklıkla üzerinde tartışmalar yapılan konular. Ancak yaptırımların bir boyutu daha var. Türkiye, Rusya’ya doğrudan yaptırım uygulamasa bile Batı’nın uygulamakta olduğu yaptırımlar “ikincil yaptırımlar” seviyesinde, başka bir deyişle, sadece ilgili ülkeleri ve Rusya’yı değil üçüncü ülkeleri de kapsayacak şekilde genişlerse bu durum Türk firmalarını da olumsuz yönde etkileyecek.

Bunun örnekleri yakın geçmişte çok sayıda var. Örneğin, İran’a yaptırımlar kaldırıldığında birçok Avrupalı enerji firması bu ülkeye milyarlarca dolarlık yatırımlar yapmıştı. 2018’de ABD tek taraflı olarak yaptırımlarını geri getirdi ve bu yaptırımların ikincil özellikleri de vardı. ABD yönetimi sadece kendi firmalarının İran ile iş yapmasını kısıtlamıyor, üçüncü ülkelerden firmaların da İran’la iş yapmaya devam etmeleri durumunda ABD finans piyasalarına -yani Amerikan dolarına- erişimlerinin engelleneceğini ifade ediyordu. Bunu göze alamayacak olan birçok Avrupalı firma her ne kadar kendi ülkeleri ya da AB, İran’a yaptırım getirmese bile büyük maddi zararlara katlanarak, göze alarak İran’daki yatırımlarını sonlandırmak zorunda kaldı. Türkiye açısından da bu önemli bir tehdit oluşturuyor. Rusya ile iş yapmak isteyen Türk firmaları, bunun sonucunda ABD finans piyasalarına erişimlerini, hatta Batı ülkelerindeki işlerini yitirmek zorunda kalacakları bir durum ile karşı karşıya kalırlarsa nasıl bir tercih yapacaklar?

Ukrayna’da savaş ne yazık ki devam ediyor. Silahların susması açısından Türkiye’nin her iki tarafla da konuşabilme özelliğini koruyan belki de tek bölge ülkesi olarak yapacağı arabuluculuk girişimleri değer taşıyacak. Savaş bitince ise ekonomik yaraların kapanması ve yeni, daha sürdürülebilir bir bölgesel ekonomik coğrafyanın tesis edilmesi söz konusu olacak. Türkiye için bu alanda da şimdiden çalışmalara başlamak hayati önem taşıyor.

[Dr. Altay Atlı, Boğaziçi Üniversitesi ile Koç Üniversitesinde öğretim görevlisi ve Atlı Global kurucu direktörüdür] * Makalelerdeki fikirler yazarına aittir ve Anadolu Ajansının editöryal politikasını yansıtmayabilir.

İlgili Makaleler

Başa dön tuşu